Paylaş

 

Yazarın “Köşeden Görünenler” Kitabından Alınmıştır

 

“Ben 43 yaşındayım Reis! Bana bağırma!..” derdi Can abi…

Ben “Reis” demesine kızardım, o da bağırmama…

Can Ayanoğlu, Üsküdar Çiçekçi’de boğaza nazır dairede yaşarken, bir anda hayatı alt üst olmuş, Koşuyolu köprüsü altında gazete kağıtları üzerinde yaşamaya mahkum etmişti kendini.

Yolumuz tam da burada kesişti.

Karısı başkasına kaçmıştı. “Kapımda beslediğim köpek, karıma göz koydu” der dururdu.Bütün hayali Datça’ya gidip, karısını ya da en azından karısıyla birlikte yaşayan adamı öldürmekti.

On parmağında on marifet vardı. Çok iyi motora biner, rallici gibi otomobil sürer, denizde şampiyonları hayrete düşürecek su sporları yapardı. Mükemmel bir fiber ustası, çok iyi bir atıcıydı.Uzun beyaz saçlarıyla bana yunan filozoflarını hatırlatırdı…Beni çok severdi.

Reis derdi hep bana…Ben hep kızardım.O hep derdi…

Nihayet yolumuz Datça’ya düştü… Aradığı adamı bulduk… Başımız bin türlü derde girdi…Ben İstanbul’a geldim, Can abi rahmetli oldu…Kimsesizler mezarlığına gömüldü…

Datça’ya gittim ama onun mezarını bile bulamadım.

Üsküdar Çiçekçi’de boğaza nazır dairede yaşarken, bir anda hayatı alt üst olmuş, Koşuyolu köprüsü altında gazete kağıtları üzerinde yaşamaya mahkum etmişti kendini.

O öldükten sonra ne Datça’yı sevdim, ne Çiçekçi’yi…Sadece Koşuyolu köprüsünün altını sevdim…Ortaokul yıllarında evden kaçtım. Derslerim çok iyiydi ama ben kendi ayaklarım üzerinde duracak, uzaklarda yepyeni bir hayat kuracaktım.

İzmir’de Çamlık mevkiine tenha tepeliğe vardığımda karanlık olmuştu. Buraya niçin geldiğimi bilmiyordum ve karnım çok acıkmıştı.

Büyük site inşaatlarından başka bir şey olmayan bir yerdeydim.

Yolun kenarına koca bir ateş yakmış Kürt ameleler gürültüyle sohbet ederken öte yanda gençler Kürtçe bağrışa çağrışa top oynuyorlardı.

Benim önümü kesip sorguya aldılar.Sonra yanıma büyükleri geldi.Durumu anlattım.

İki gün beni şantiyede misafir ettiler. İki gün boyunca gece gündüz nasihat ederek beni eve dönmeye ikna ettiler.Dönüşte cebime yol parasının on katı kadar bir para koydular ve otobüse bindirdiler…

Onlar Ağrı’lıydı…O günden beri inşaat amelelerini de severim, Ağrı’lıları da…………..

İstanbul’da Koşuyolu Köprüsü altında kışın donmayalım diye nöbetleşe uyurduk. Sonra Kayışdağı’nda ormanın yakınında otomobil hurdalığında bir metruk kulübeye yerleştik.Orada bir Kangal köpekle arkadaş oldum.Oldukça iri bir köpekti. Adını bilmiyordum.Biz onu sevdik, o da bizi çok sevdi. Adına “Sivaslı” dedik…Biz uyurken sadık nöbetçimiz, biz uyanıkken can ciğer dostumuzdu…Çok üşüdüğümde ona sarılır, donmaktan kurtulurdum…İyiliklerini saymakla bitiremem…“Sivas’ın Köpeği böyleyse insanı nasıldır?” diye düşündüğüm çok olmuştur…O günden beri Kangal’ı da çok sevdim, Kayışdağını’da…Sivas’ı da,Sivas’lıları da…….

Hayatımıza iyiler de girdi, kötüler de. İyilik de yaptık, kötülük de…Her memleketin iyisi de vardır, kötüsü de…Kötülerin çokmuş gibi göründüğüne bakmayın siz, asıl çok olan iyilerdir…Ve Allah, onları ne zaman karşınıza çıkaracağını iyi bilir…Ben yaşıtlarıma oranla çok fazla sıkıntılı bir hayat yaşadım.İyi ki de yaşadım.Rabbimi de sevdim, kaderimi de…

H.OSMAN SARAÇ

Haber

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.