İstanbul Sözleşmesi
Paylaş

BAĞIMSIZ YAZARLAR VE ŞAİRLER DERNEĞİ(BAYŞAD)

ARAŞTIRMA

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

“Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”

SÜREÇ NASIL İŞLEDİ?

Sözleşmeye karşı çıkan içeriklerin ortak bir iması var:
“İstanbul Sözleşmesi, “dış güçler” eliyle, Türkiye’nin aile yapısının altını oymak amacıyla dışarıdan dayatıldı.

OYSA GERÇEK HİÇ DE ÖYLE DEĞİL;

Sözleşmenin imzalandığı dönemde Avrupa Konseyi’nde Türkiye’den iki isim vardı. Kasım 2010 – Mayıs 2011 döneminde Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığı’nı Ahmet Davutoğlu üstlenirken, 2010-2012 dönemi için Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığı’na ise dönemin AK Parti milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu seçildi.

KADER eski başkanı ve Sosyal Dayanışma Ağı’ndan Çiğdem Aydın, kadınların kazanılmış haklarından vazgeçmeyeceklerini belirterek: “Kadın örgütleri olarak çok büyük emek verdik. Bize ait bir şey olduğu için adı İstanbul Sözleşmesi. Bunu BM’den ya da AB’den almadık. Bizzat Türkiye kendi verileri ile ve kadın örgütlerinin alandan gelen bilgileri ile hazırlandı. Dışarıdan gelen bir sözleşme değil. Asla ve kata vazgeçilmesi düşünülemez. Bundan geri dönemeyiz.” Dedi.

Sözleşme TBMM’de oybirliğiyle kabul edildi

Gelelim imza ve onay sürecine. İstanbul Sözleşmesi’ni Türkiye adına dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu imzaladı.
Sözleşmeyi “şahsi mesele” olarak sahiplendiğini, ‘dostlar alışverişte görsün’ mantığıyla hareket etmediğini, süreci şahsen takip ettiğini ve önem verdiğini de aktarmışmış.
Dönemin Meclis Başkanı Cemil Çiçek “Şahsi kanaatim, sözleşmenin bir an evvel Genel Kurul’dan geçmesi. Bu nedenle Sayın Şahin’i de arayıp ‘bana düşen ne varsa sonuna kadar destek veririm’ dedim. Hükümet, sivil toplum, muhalefet, hep birlikte çalışalım ve bu işin yasal düzenlemesini yapalım” diyerek sürecin çekişmesiz ilerlediğini ortaya koymuş.
Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin de Çiçek ile konuştuklarını, parlamento desteği olduğunu, sivil toplum örgütleriyle konuştuklarını, sözleşmenin onayıyla kadının korunma sorununun çözüleceğini düşündüğünü belirtmiş. 

Bakanlar Kurulu tarafından 18 Ekim 2011 tarihinde TBMM’ye sevki kararlaştırılan sözleşme, 11 Kasım 2011 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla TBMM’ye sevk edildi.
 24 Kasım 2011 tarihinde de TBMM’de görüşülerek AK Parti, CHP, MHP ve BDP’nin oybirliğiyle onaylandı. 
Meclis görüşmelerinin kayıtlarında, tüm partilerin kadına yönelik şiddetin artmasına ve mevcut düzenlemelerin yetersizliğine vurgu yaptığı görülüyor. Görüşmeler sırasında AK Parti adına konuşan milletvekili Nurettin Canikli, Türkiye’nin sözleşmenin hazırlanmasına ve sonuçlandırılmasına öncülük ettiğini ve bu başarıdan onur duyduğunu belirtiyor.

10 Şubat 2012 tarihinde Bakanlar Kurulu’nca imzalanan sözleşme, 8 Mart 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlandı. 1 Ağustos 2014 tarihinde de yürürlüğe girdi.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ HAKKINDA ELEŞTİRLER

İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesini istemek; boşanmak isteyen eşlerin öldürülmesini onaylamak, aile bütünlüğünün korunması uğruna kadının can güvenliğini tehlikeye atmak, kadının yaşadığı her türlü travmatik duruma rağmen evliliği sürdürmeye zorlamak veya kadını sadece ev içi rollerle tanımlamak demek değildir. İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini istemek şiddetin araçsallaştırılmasına karşı çıkmak, aile kurumu üzerindeki tahakkümün kalkmasını istemek demektir.”

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ DÜNYANIN PEK ÇOK YERİNDE TEPKİYLE KARŞILANMAKTADIR

İstanbul Sözleşmesi ve toplumsal cinsiyet perspektifi şiddetin önlenmesinin vazgeçilemez çözümü değildir. Sözleşmede yer alan bazı maddeler ilk akla gelen anlamlarıyla şiddetin varlığına ilişkin tespitler sunsa da, çözüm reçetesinin toplumsal cinsiyet algısına indirgenmesi ve bu maddelerdeki kavramların tanımlarının belirsizliği sözleşmenin ideolojik yönünü ön plana çıkarmaktadır. Bu nedenle sözleşmenin gündem olduğu ülkelerde güçlü bir muhalefet oluşmuş, toplumsal cinsiyet ideolojik bir kavram olarak değerlendirilmiştir.

Sözleşme toplumların yapısını değiştirmeye çalışan gizli gündemli bir metin olarak ele alınmakta; Kilise başta olmak üzere, sağ partilerden, liberal politika karşıtlarından, toplumun farklı kesimlerinden büyük tepkiler toplamaktadır.

Bulgaristan Hükümeti 2018 yılında İstanbul Sözleşmesi’ni reddetmiş, Anayasa Mahkemesi sözleşmenin Bulgaristan Anayasası’na aykırı olduğuna karar vermiştir.

Polonya’da 2014 yılında “toplumsal cinsiyet ideolojisi”ni durdurmaya ilişkin parlamento komisyonu kurulmuştur.

Hırvatistan’da 2018 yılında İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin önemli tepkiler meydana gelmiştir. Hırvat muhafazakârlar, sözleşmenin kadınları koruma argümanı altında “toplumsal cinsiyet ideolojisi”ni teşvik ettiğini ve geleneksel aile değerlerini zayıflattığını ifade etmiştir. Hırvatistan Başbakanı ise, İstanbul Sözleşmesi’nin özünün kadınları şiddetten korumak olduğunu vurgulayarak, hükümetin herhangi bir yanlış yorumlamanın önüne geçeceği vaadinde bulunmak durumunda kalmıştır.

Ekvador’un solcu Cumhurbaşkanı Rafael Corrêa, “toplumsal cinsiyet ideolojisini” aileyi yok etmeye yönelik bir araç olarak yorumlamış ve kınamıştır.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YERİNE, DEĞERLERİMİZİ ESAS ALAN YASALAR YAPAMAZ MIYIZ?

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadına yönelik şiddetin var olduğu, bunun gün geçtikçe arttığı görülmektedir. Bu durumun nedenlerinin objektif bir şekilde ortaya konması ve müdahale programları geliştirilmesi gerekmektedir. İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesini istemek; boşanmak isteyen eşlerin öldürülmesini onaylamak, aile bütünlüğünün korunması uğruna kadının can güvenliğini tehlikeye atmak, kadının yaşadığı her türlü travmatik duruma rağmen evliliği sürdürmeye zorlamak veya kadını sadece ev içi rollerle tanımlamak demek değildir. İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini istemek şiddetin araçsallaştırılmasına karşı çıkmak, aile kurumu üzerindeki tahakkümün kalkmasını istemek demektir. Şiddetin önlenmesine ilişkin ülkemizin yerel özelliklerini ve aile kurumunun saygınlığını esas alan tedbirlerin alınması mümkündür. Aile politikaları feminist ideolojilerin insafına bırakılamayacak kadar önemlidir. Ülkemiz hukukçuları, sosyal bilimcileri, aydınları ve alimleri zaman kaybetmeden bu önemli konuda çalışmalar yürütmeli ve inisiyatif almalıdır

 İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİN BAZI MADDELERİNİ KABUL,
BAZILARINI REDDETMEK MÜMKÜN MÜ?

İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukuktaki yeri şu şekilde değerlendirilmektedir: “Anayasa m. 90/5 uyarınca, İstanbul Sözleşmesi kanun hükmündedir. Sözleşme hakkında, Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. İstanbul Sözleşmesi ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, İstanbul Sözleşmesi hükümleri esas alınır. Anayasa’nın 11. maddesi uyarınca, İstanbul Sözleşmesi hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”
Yapılan alıntıda da belirtildiği gibi, sözleşme hukuk hiyerarşisinin en üstünde yer alarak Anayasa ya da iç kanunla çelişmesi durumunda ulusal hukuki itiraz kanallarını kapatmaktadır.

6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un 2. maddesinin a bendi, kanunun uygulanmasında İstanbul Sözleşmesi’nin esas alındığını belirtmektedir.

Dolayısıyla, aileyi koruma kanunumuz, İstanbul Sözleşmesi aracılığıyla Avrupa tarafından belirlenmektedir.
Ayrıca İstanbul Sözleşmesi’nin 78. maddesi, sözleşmenin sınırlı sayıda maddesine çekince konulabileceğini belirtmektedir. Bu çekinceler ise sözleşme yürürlüğe girdikten sonra “5 yıl süreyle” sınırlandırılmakta, süresiz çekinceye izin verilmemektedir. Madde 79’a göre 5 yıl sonunda yeniden çekince konmak istenirse GREVIO’ya nedenleri bildirilmek durumundadır. Sözleşmenin çekince konulabilecek maddeleri incelendiğinde 4., 12., 42. maddesi gibi kritik maddelerine çekince konulamadığı görülmektedir.

TOPLUMSAL CİNSİYET NE DEMEKTİR?

Toplumsal cinsiyet, kadınlık ve erkekliğin sosyal olarak inşa edildiği fikrine dayanmaktadır. Cinsiyetin sosyal bir yapı olarak kavramsallaşması bilimsel zeminden ziyade, politik argümanlara dayanmaktadır. Bu nedenle günümüzde tüm dünyada toplumsal cinsiyetin ideolojik olduğuna dair tartışmalar yürütülmektedir.

Ayrıca kadın ve erkeğin doğuştan getirdiği biyolojik cinsiyeti ile toplumsallaşma sürecinde elde ettiği varsayılan toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımlar literatürde net değildir. Hangi duygu, düşünce, davranışların kadın ve erkek biyolojisiyle, hangilerinin sosyal inşa sürecinde elde edildiği tartışmalıdır. Hatta biyolojik cinsiyetin de toplumsal bir kurgu olduğunu iddia eden önemli teorisyenler bulunmaktadır.

İstanbul Sözleşmesi oldukça tartışmalı olan bu toplumsal cinsiyet kavramına dayalı olarak oluşturulan bir metindir. Resmi Gazetede yayınlanan 34 sayfalık Türkçe metinde 24, İngilizce metinde 25 yerde toplumsal cinsiyet kelimesi geçmektedir. Sözleşmede toplumsal cinsiyetin tanımı şu şekildedir (Madde 3: Tanımlar, c bendi): “Kadınlar ve erkekler için toplum tarafından uygun görülen ve sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, eylemler ve nitelikler anlamına gelir”. Bu tanım olabildiğince genel, olumlu veya olumsuz etkileri olan rol ayrımı yapmayan, nitelikten ne kastettiği açık olmayan bir içeriğe sahiptir. Tüm sözleşme kadına yönelik şiddeti bu ucu açık tanıma dayandırarak önlemeyi tavsiye etmektedir.

İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyet tanımını yapan ilk uluslararası anlaşma olması bakımından da önemlidir. Toplumsal cinsiyet merkezli inşa edilen İstanbul Sözleşmesi, toplumsal tabanı dikkate alan eleştirilere duyarsız, tek taraflı bir metin görünümündedir. Metin bu haliyle bir toplumu ayakta tutan kültürel değerlerin belirlediği toplumsal rol beklentisini değersizleştiren, küçük bir grubun değerden arınık rol beklentisini temel değer haline getiren yeni bir emperyalizm türüdür.

Genel yükümlükler bölümü, Madde 12/1’de “….veya kadınlar ve erkekler için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadınlar ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış modellerinin değişimini sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” denmektedir. Burada yerleşik tüm uygulamaların ortadan kaldırılmasından bahsedilirken, yerine konması hedeflenen yeni davranış kalıpların nereden besleneceği muallakta bırakılmıştır. Kadın ve erkeğe ilişkin tanımlanacak olan yeni rollerle, başka bir toplumsal inşa süreci oluşturulmak istenmektedir. 

KADINA KARŞI ŞİDDET

Sözleşmede genel yükümlülükler bölümü, Madde 12/5’te “Taraflar kültür, örf ve adet, gelenek, din veya sözde “namus”un işbu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemini için mazeret oluşturmamasını sağlar” denmektedir. Burada şiddetin yukarıda vurgulanan geniş içeriğinin göze alınması önemlidir. Bir aile üyesinin, diğer bir aile üyesine dini veya kültürel değerler üzerinden herhangi bir müdahalesi, uyarısı durumun şiddet olarak kodlanması için yeterli olabilecektir. 

Şiddeti sadece toplumsal cinsiyet eşitsizliğine indirgeyen bu yaklaşımın, şiddeti önlemeye ilişkin gerçek bir kaygısının olup olmadığı oldukça şüphelidir. 

Literatürde kadına yönelik şiddete ilişkin tanımlanan risk faktörlerinin hiç birine yer verilmemiştir. Çocuklukta kötü muameleye maruz kalma, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı, psikiyatrik bozukluklar, kumar gibi şiddeti önemli oranda artırdığı bilimsel olarak tespit edilen risk faktörlerine değinilmemiştir.

Halbuki Dünya Sağlık Örgütü’ne göre şiddeti uygulayan için 25, kurbanlar için 27 risk faktörü tanımlanmıştır. Alkol kötüye kullanımı veya bağımlılığında hiç tanı almayanlara oranla saldırganlık yaygınlığının 12 kat; madde bağımlılığında ise 16 kat daha fazla olduğu; erkeğin kadına fiziksel şiddet uygulamasının alkol alındığı günlerde 8 kat daha fazla olduğu vb. alkol-şiddet ilişkisine dair pek çok bulgu mevcuttur. Yapılan pek çok çalışmada aile içi şiddeti artıran olaylar arasında ekonomik yetersizlik ilk üç sırada yer almaktadır. Şiddeti ele alan araştırmalar değerlendirildiğinde şiddetin sadece “erkek” ve “kadına” yüklenen sosyal roller, ataerkil yapı argümanları üzerinden açıklanamayacağı açıktır.

CİNSEL SAPKINLIK KORUNUYOR VE DESTEKLENİYOR

Sözleşmede ifade edilen cinsel yönelim ve cinsel kimlik ifadeleri, Avrupa Konseyi’nce hazırlanan Sözleşme’nin açıklayıcı metni olan “The Council of Europe Convention on Preventing and Combating Violence against Women and Domestic Violence (Istanbul Convention): Questions and answers” da tanımlanmıştır.

 Buna göre sözleşmede geçen cinsel yönelim ve cinsel kimlik ifadeleriyle lezbiyen, biseksüel, gay ve trans bireylerin şiddetten korunmasının amaçlandığı belirtilmiştir. Yine bu metinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin üye devletlere gönderdiği, “Cinsel Yönelim veya Toplumsal Cinsiyet Kimliğine Dayalı Ayrımcılıkla Mücadeleye İlişkin Tedbirlerle İlgili CM/Rec(2010)5 sayılı Tavsiye Kararı”na atıf yapılmıştır.

Bu tavsiye kararında LGBTİ olarak ifade edilen bireylere yönelik pek çok güvence sağlanmıştır.

Bunlardan bazıları;

Örgütlenme özgürlüğü, fon kaynaklarına ulaşımda ayrımcılık yapılmaması, barışçıl toplanma özgürlüğünün etkili biçimde kullanılması için uygun tedbirlerinin alınması, kamu ahlakı/kamu düzeni gibi gerekçelerin suiistimalinin engellenmesi, okul müfredatına ve eğitim malzemelerine cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliğiyle ilgili bilgilerin dâhil edilerek, öğrencilerin kendi cinsel yönelimleri ve toplumsal cinsiyet kimliklerine uygun biçimde yaşamalarının mümkün kılınmasıdır.

Bunlarla birlikte tavsiye kararında toplumsal cinsiyet “yeniden belirlenen” (gender reassignment) ifadesiyle de ele alınarak, translık durumuna ilişkin hakları açıklamaktadır 

SÖZLEŞME, UYGULANDIĞI YILLAR BOYUNCA ŞİDDETİ ÖNLEYEMEMİŞTİR

Toplumsal cinsiyet eşitliğini şiddetin önlenmesi için tek reçete olarak sunan bu Sözleşme, toplumsal cinsiyet eşitliği indeksinde üst sıralarda olan ülkelerde, kadına yönelik şiddet, cinayet ve tecavüz oranlarının niçin yüksek düzeylerde olduğunu açıklayamamaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinde model ülke olan İskandinav ülkelerinde şiddet ve tecavüz oranları ürkütücü sevilerdedir.

Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre Finlandiya’da her yıl 50.000 kadın tecavüz ve cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Danimarka’da 2017 yılında 24.000 kadın tecavüze uğramış veya tecavüz girişiminde bulunulmuştur. Konu ile ilgili Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Kumi Naidoo, cinsiyet eşitliği açısından ilk sıralarda yer alan İskandinav ülkelerinin şok edici derecede yüksek tecavüz oranlarına sahip olmasının bir çelişki olduğunu ifade etmiştir.

Benzer şekilde toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı politikaların uygulanmaya başlamasından sonraki süreçte de, ülkemizde istatistikler şiddetin azalmadığını göstermektedir. Adalet Bakanlığı verilerine göre, aile ve asliye mahkemelerinde onaylanan kolluk kuvveti kararları her geçen yıl artmaktadır. Bir bakıma uygulamada olan İstanbul Sözleşmesi ve dayandığı toplumsal cinsiyet perspektifinin hem ülkemizde hem de dünyada şiddeti önlemedeki başarısı oldukça tartışmalıdır. 

SÖZLEŞME ARABULUCULUĞU YASAKLAMAKTADIR

Sözleşmenin 48. maddesi arabuluculuğu yasaklamakta, “Taraflar işbu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddete ilişkin olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır.” demektedir.

Sözleşmedeki şiddetin fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddeti içerdiği göz önüne alındığında, bu maddede sadece fiziksel şiddete yönelik değil, tüm şiddet türlerine yönelik bir yasağın konduğu görülmektedir. Bu maddeden de anlaşılacağı üzere, sözleşmede aileyi koruyabilecek tedbirlere yer verilmemekte, toptancı bir yaklaşımla arabuluculuğun faydalı olabileceği durumlar da dışlanmaktadır. 

TEK TARAFLI BEYAN

“Tek taraflı beyan” esas alınarak, adalet tesis edilmesi mümkün değildir. Kadının tek taraflı beyanının esas alınması hatta şikayetini geri alması halinde bile adli işlemlere devam edilmesi, Adalet anlayışını tümden yok etmektedir. Bu konu istismara açıktır.

Örneğin, ard niyetli bir kadınla bir ortamda yalnız kalmanız halinde, kadın “beni taciz etti” iddiasında bulunursa, bu iddia tek taraflı olarak “gerçek” kabul edilmekte ve hakkınızda cezai işlem uygulanmaktadır. Kadın bu iddiasından ve davasından vaz geçse bile, adli işlemlerden kurtulmanız mümkün değildir.

ORTAK WC

Cinsiyet eşitliği iddiasına dayalı önerilen uygulamalar da insan fıtratına uygun değildir.
Bazı havalimanlarında uygulanmaya başlanan Kadın Erkek tuvaletlerinin tek tuvalet olarak kullanılması, soyunma odalarının ortak kullanılması gibi uygulamalar tüm kesimler tarafından tepkiyle karşılanmıştır.

AYNI CİNSLE EVLİLİK

Erkek erkeğe, kadın kadına evliliğin yasal duruma getirilmesi, toplumun temel taşı olan Aile yapısını yok etmeye yönelik sapkın bir uygulama olarak görülmektedir. Türkiye’de ilk uygulama İzmir’de erkek erkeğe evlilik şeklinde kendini göstermiş, nikah töreninde gelinlik giymiş erkek görüntüsü, marijinaller dışındaki toplumda tepkiyle karşılanmıştır.

—————————————————————————————–

NOT:  Adalet Bakanlığı resmi sitesinde yayında bulunan “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) metni,
Aile Akademisi Derneği, KADER ve benzeri platformların açıklamaları ile çeşitli haber, inceleme, TV Programları, Köşe Yazıları ve yorumlar değerlendirilerek yaptığımız bir araştırmadır.

H.OSMAN SARAÇ
BAYŞAD GENEL BAŞKANI

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ELEŞTİRİ VE KABULLERİ

Haber

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.